Prof. Dr. Öget Öktem Tanör’le Nöropsikoloji Üzerine 

12.133
 Prof. Dr. Öget Öktem Tanör’le Nöropsikoloji Üzerine 

HAZIRLAYAN: Halil BABACAN & Elif Gül ŞAHİN

Yıllanmış, yorgun düşmüş duvarlara bakarak hani bazen söyleriz ya, şu duvarların bir dili olsa da konuşsa. İşte o duvarlarla örülü İstanbul Üniversitesi’nin gerçek sahipleridir emektar hocalar Gemalmaz Hocanın dediği gibi. Çünkü biz öğrencilerle her zaman kol koladırlar. Kendi kürsülerini, memleketi, öğrencilerini, üniversiteyi dert edinirler. İstanbul Üniversitesi’nin yıllanmış duvarlarının en iyi tanıklarından biriyle, yaşayan bir efsane isimle, ilk klinik Nöropsikoloğumuz Prof. Dr. Öget Öktem Tanör’le Nöropsikolojinin geçmişini bugününü yarınını konuştuk. Sizlere bizim için eşsiz geçen bu sohbeti derledik:

1-) Kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Nöropsikolojiye nasıl başladınız? Nerelerden ilham aldınız? Hangi kitaplar sizi etkiledi?

Benim annem de babam da doktordu. Ben 15 yaşındayken onları şu sorularımla boğuyordum habire. Bugün Nöropsikolojinin ve Davranışsal Nörolojinin terimlerini bilmeden onları ifade ederek diyordum ki : “Biz mesela bir şeye dikkat ettiğimiz zaman beynimizde neler oluyor? Bir şeyi öğrenip aklımıza kaydettiğimizde beynimizde neler oluyor? Ben bunları öğrenmek istiyorum.” diyerek, her ikisi de Tıp doktoru olan anne ve babama, bu nedenle Tıp Fakültesine gitmek istediğimi söylüyordum. Onlar da bana, Tıpta böyle şeyler öğretilmez dediler. Bu sorular çok yakıcı bir güç olarak her zaman içimde vardı ve hiçbir zaman kaybolmadı. 16 yaşındayken annemi kaybettim. Lise biterken, babamla tekrar konuştum. Bugünün deyişi ile beyin-davranış ilişkilerine olan şiddetli merakımı dile getirip, Tıbba gitmek istediğimi tekrarladım. Babam da dedi ki: “Tıp fakültesinde bunlar öğretilmez. Bu amaçla tıbba gidersen, bizim hastahanedeki asabiyeci Nuri Bey gibi olup kalırsın. “ dedi. O zaman asabiyeci olmanın hiç prestiji yoktu. Çünkü o zamanlar bugünkü gibi değildi. Asabiye altında nöroloji ve psikiyatri aynı kişi tarafından görülürdü. Hiçbir tedavi yoktu sadece tanı koyarlardı. Bu yüzden prestiji hiç olmayan bir yerdi. Asabiyeci Nuri Bey gibi olmak istemiyordum ama babam iyi bilmiyormuş meğer. Çünkü o sıralar İngiltere’de Elizabeth Warrington bu konularda çalışmalar yapıyordu. Benim öğretmenlerim ve arkadaşlarım Hukuk fakültesine gitmemi önerirlerdi. Çünkü iyi yazabildiğimi, iyi bir hitabete sahip olduğumu düşünüyorlardı. Babam da istersen hukuka git dedi ve ben gönülsüz gönülsüz Hukuk’a kaydoldum. Daha ilk gün, ilk derste, amfide otururken üstümden kaynar suların aktığını hatırlıyorum. Benim yerim tıp fakültesi dedim ve tıbba merakım sadece beyin davranış ilişkisine değildi. Tıbbın diğer alanlarına da merakım vardı. Nitekim ben hukukta okurken bugün “diseksiyon” denilen şu ölü bedenlerin kesip incelendiği yer, anatomi dersi o zamanlar hukuk fakültesinin içinde bulunduğu İ.Ü. Beyazıt merkez kampüsündeydi. Ben bir tıp öğrencisiyle arkadaş olup kendime beyaz önlük bulup diseksiyon, anatomi, nöroloji, fizyoloji derslerine girerdim. Beni büyülerdi. Bir taraftan da psikiyatri kitapları okurdum. Sonra hukuk 3.sınıftan başlayarak, nöroloji ve psikiyatri derslerine İstanbul Üniversitesinde gelmeye başladım. O sırada psikoloji öğrencileri 3 ay psikiyatri kliniğinde staj yapardı. Onlardan biri de liseden sınıf arkadaşımdı. Onun kuyruğuna takılıp, beyaz önlüğümle 3 ay staj yaptım bilmem ne. Hukuk bittikten sonra babama, “Yok benim alanım bu. Ben  tıp okumak istiyorum.” dedim. O da, “Katiyen olmaz. Ayıp, artık bitirmişsin. Bundan sonra olmaz.” dedi. Ben de hukuk fakültesinde Anayasa kürsüsüne asistan olarak girdim. Ama merakım el altından devam ediyordu. Okuyorum, gidiyorum, çalışıyorum, kendimi bu alanda geliştiriyorum ve merakım devam ediyor.

O arada, Amerika New York’ta Columbia University Hukuk Fak.nin, İst. Hukuk asistanlarına verdiği bir burstan yararlanarak New York’a gittim. Orada 1,5 yıl psikanalizden geçtim ve meslek değiştirmenin ayıp olmadığına ikna oldum. Ama henüz stajyer psikanalist olan İspanyol psikanalistim, benim merak ettiğim alanlardaki yazılanların tümünün bir sayfayı geçmeyeceğini söyledi bana. (O da yanılıyormuş meğer) “Sen Tıp okuma. Psikolojiden geç bu alana.” dedi bana. Tabi psikanaliz insanı çok etkiler, bunun çok etkisi altında kaldım. Orada birçok şey okudum; neofreudyenleri, fizyolojik psikoloji eserlerini. Dönüşte babama Tıp okuma isteğimi tekrarlayıp yine reddedildim. “Peki psikolojide doktora yapıp psikolojiye geçsem nasıl olur?” diye sordum. Bunu kabul etti. O sıralarda İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölüm başkanı Sabri Esat Siyavuşgildi. Bir arkadaşım vasıtasıyla kendisiyle tanıştım. O da benimle uzun uzun konuştu ve sonra 2 yıl bütün derslere devam edip, kürsünün yapacağı özel sınavdan geçmeyi kabul etmem koşuluyla doktora öğrenciliğine beni kabul etti. O zaman yüksek lisans yoktu. Lisansta öğrenciler tez yazardı ve doktoraya kabul edilirlerdi. Ben yine el altından habire Nöropsikolojiden çalışıyordum ve bilgi biriktiriyordum. Böylece Psikoloji derslerine girmeye başladım. 2. yılda Psikoloji bölümü beni asistan olarak (bugünün öğretim görevlisi) almak istedi. Ben de Hukuk asistanlığından Psikoloji asistanlığına geçiş yaptım. İlk yıl, isteğim üzerine Fizyolojik Psikoloji dersi açıldı ve ben bu dersi vermeye başladım.

IMG-20160531-WA0003

Daha sonra, 1971 askeri darbesi sonrasında Türkiye’yi terk etmek zorundaydım. İsviçre’de siyasi mülteci olduk. Bir yandan hızla 1 yılda Fransızca öğrendim ve psikoloji bölümü derslerini izlemeye başladım. Nöropsikoloji ile iyice tanıştım kütüphanede. 1974 yılında Ecevit hükûmetinin siyasi af çıkarması üzerine Türkiye’ye döndük. Hayatımın şansı çıktı karşıma, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin tıp temel bilimleri başlığı altında Psikoloji mezunlarına bazı tıp derslerini almak ve bir tez yazmak koşulu ile doktora derecesi verdiğini öğrendim. Hem de bayıldığım dersler: Nöroloji, Psikiyatri, Fizyoloji, Anatomi. Hemen başvurdum ama ben hukuk mezunuydum, psikoloji mezunu değildim. Akla karayı seçtim. Kendimi psikoloji doktoralı biri olarak, arkadaşlarımın hukuki mütalaalarıyla yoğun bir çaba sonucunda kabul ettirdim ve hayatım kurtuldu. Orada doktora yaptım. O bitince burada (İTF) Nöropsikoloji lab. kurdum. Bu nöropsikoloji lab. Türkiye’de var olan klinik Nöropsikologların yetiştiği bir okul haline geldi. Böylelikle Nöropsikolojinin Türkiye’de kurucusu olmuş oldum.

2-) Soner Yalçın’ın “Oradaydım” belgeseline ithafen sormak istiyorum. Yakın dönem siyasi tarihimizin, İstanbul Üniversitesi’nin ve Nöropsikolojinin çok iyi bir tanığısınız. Geriye dönüp bir baktığınızda “oradaydım” diyebileceğiniz, büyük önemli olaylar var mı?

O kadar çok ki nasıl anlatayım… Mesela 1977 o meşhur bir mayısında ordaydım. Kaburgalarım kırılmıştı. Psikolojinin ne kadar içindeysem, azıcık sol hareketin de o kadar içindeydim.  Akademik anlamda eşim Bülent Tanör Anayasa kürsüsündeydi. Tam da bu alanlarda yazıp çizen ve benim kadar tutkulu olan biriydi. Yani onunla bütün olayların içindeydik. O olayların altyapısını, hukuki, siyasi, akademik altyapılarını o yazıp çizerdi. Bana da katılması düşerdi.

3-) Bana göre Nöropsikologluk sihirbazlık gibidir. Beynin sihirli bir noktasına dokunduğumuzda hayatlar değiştirebiliyoruz. Buna katılıyor musunuz? Size göre Nöropsikoloji nedir?

Bir kere filmini çekiyorsunuz beynin, her şeyden önce. Yani beyine dokunup her şeyi değiştirmekten çok; Nöropsikolojinin işi, beyinde ne var ne yok, neler oluyor bitiyor? Bunu ortaya çıkarmaktır. Tıpkı MR çekmek gibi. Nöropsikolojik değerlendirmenin sonucunda da bütün bilişsel işlevlerin o kişide ne ölçüde var olduğunu ortaya koyarak, hekime teşhiş koymada yardımcı oluyorsunuz. Mesela bir sürü hasta unutkanlık şikâyetiyle geliyor. Bu unutkanlık depresyona mı bağlı, yoksa Alzheimera mı ? Kısacası bilimsel bir metodolojiyle Nöropsikolojide film çekiyorsunuz. Ha, hiç mi değiştirmiyoruz beyni? Evet değiştirebiliyoruz. Mesela dikkat rehabilitasyonlarıyla, bellek rehabilitasyonlarıyla vb. rehabilitasyonlarla kaybedilen bilişsel becerilerin geri kazanılmasına yardımcı oluyorsunuz.

4-) Sizce sinirbilim nereye gidiyor? Önümüzdeki 20 yıl için öngörünüz nedir?

Nöroloji, hala tedavi konusunda iç hastalıklarla kıyasladığımızda gerilerden gelen bir dal. İç hastalıklar için, tedavisi bilinmeyen bir hastalık yoktur. Daha iyi tedavi yöntemleri belki bulunacaktır ama tedavi edemiyoruz diyebilecekleri bir hastalık pek yok. Ama nörolojide hala var. Bir takım nörolojik hastalıkların hala tedavisi yok ama şu teknolojik gelişmeler öyle bir hızla gidiyor ki hastalık mekanizmalarını çok yakında biyobelirteçler yoluyla daha iyi tanımlayabileceğiz ve tedavi edici ilaçlar mutlaka bulunacaktır. Nasıl ki kanserde tam kesin tedavi yok, nörolojik birtakım hastalıklarda da böyle. Sadece belirtileri azaltabilecek tedavi yapabiliyorsunuz birçoğunda. Bazı hastalıklarda belirtili durumları azaltabilecek durumda bile değiliz henüz. Belki yavaşlatabiliyoruz ama 20 yılda ben eminim bunların tedavi aşamasına artık gelinmiş olacak.

5-) Araya özel bir soru sıkıştırmak istiyorum. Severek okuduğunuz ilk romanlar?

Çocukluk çağında okuduğum, beni çok etkileyen ve her yaz tekrar tekrar okuduğum iki kitap vardı. Biri, “Ateş Böcekleri” Çekoslovak bir yazarın eseriydi. Diğeri de “Su Bebekleri” o da yabancı bir yazarın eseriydi. O ikisi beni çok etkilerdi.

6-) Ülkemizde Nöropsikoloji nasıl bir yerde? Nasıl iyi bir Nöropsikolog olabiliriz, neleri tavsiye edersiniz?

Nöropsikoloji zaten dünyada da yeni sayılan bir bilim dalı. Türkiye’de iyice yeni. Burada ben 1983 yılında başladım klinik nöropsikolojiye ve ondan sonra yavaş yavaş gelişti. Türkiye için yeni ve çok genç bir bilim dalı. Ama yeteri kadar bu alana gönül vermiş ve kendini geliştirmek isteyen insan var ve Türkiye’de bu alanda kendini geliştirmek isteyen adaylar için yeteri imkânlar var artık. Onun için daha iyi bir konuma gelecektir ülkemizde, hiç şüphesiz.

7-) Hobileriniz nelerdir? Neler yapıyorsunuz?

Bir kere kitap okumak en bayıldığım şey ama pek fırsat bulamıyorum. Sonra ben piyano çalıyorum. 7 yaşında başladım. Hatta 4. Sınıftan başlayarak lise son sınıfa kadar Bursa’da her sene konser veriyordum. Şimdi de hobi olarak piyano çalıyorum. Azıcık Fenerbahçeliyim sonra konserlere vb. etkinliklere de gitmeye çalışıyorum.

IMG-20160531-WA0004

8 -) Nöropsikoloji alanında devam etmek isteyen gençler için özellikle tavsiyeleriniz nelerdir?

Çok iyi dil öğrenmelerini ve Türkçede olmayan literatürü çok iyi takip etmelerini tavsiye ediyorum. Yani dünya hızla bu alanda ilerliyor, hızla takip etmek lazım.

9-) Öğrencilerinizi sormak istiyorum sizi çok seviyorlar. Peki, sizin sevdiğiniz öğrencileriniz, hiç unutamadığınız öğrenciler var mıydı?

Tabi ki. Bu sınıflarda pek olamaz. Çünkü sınıflarda sadece ders anlatıyorsunuz sınav yapıyorsunuz. Onlar arasında da hatırladığım çok meraklı, çok başarılı öğrenciler var ama daha çok burada klinikte birlikte çalıştığım benim yanıma staj için gelmiş, yetişmiş gidip çalışanlar arasında var bir 10-12 kişi var özellikle.

10-) Son olarak hocam. İlk Nöropsikoloğumuzsunuz, yaşayan bir efsanesiniz gerçekten. Sizinle röportaj yapmak bizi bayağı heyecanlandırdı ve şuan elimiz ayağımız titriyor. İnsan sizin gibi başarılı insanların hayat hikâyelerini okudukları zaman onları biraz insanüstü görerek kendileri için umutsuzluğa kapılabiliyor. Ben başarılı insanları okurken hatalarına keşkelerine de bakıyorum. “Eğer onlar da şu şu hataları yaptıysa, o zaman ben de yapabilirim.” diyerek daha iyi motive olabiliyorum. Bu bağlamda sizin keşkeleriniz var mı? Gençler için tavsiyeleriniz nelerdir?

Keşke tıp fakültesine gitseydim hiç şüphesiz. Çünkü tıp fakültesine gitseydim, şimdi Nöropsikoloji Türkiye’de daha ileri bir yerde olurdu. Onun için keşke tıp fakültesine gitseydim. Sizler adına verebileceğim tavsiye şu: İlginizi çeken şeylerin peşinden gidin, bırakmayın onu. Birtakım engellerle karşılaştık diye vazgeçmeyin. Siz, sizi çeken her neyse onun peşinden gidin.

Hocam güler yüzünüz, samimiyetiniz ve nezaketiniz için çok teşekkür ederiz. Bizim için çok heyecan verici güzel bir söyleyişi oldu. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Güzel temennileriniz için asıl ben teşekkür ederim.

Kaynak: http://www.tpocg.org/blog/prof-dr-oget-oktem-tanorle-noropsikoloji-uzerine