Nöropsikoloji’ye Uzanan Yol

Nöropsikoloji’ye Uzanan Yol

Zihinsel faaliyetlerin, davranışların ve duyguların kaynağı nedir? İnsanlık tarihi kadar eski olan bu soruya filozoflarca farklı cevaplar verilmiştir. Antik Mısır’da zihinsel faaliyetlerin kaynağının kalp ve diyafram olduğu görüşü hakimdi. Antik Mısır’dan etkilenen Antik Yunan’da da bu görüş devam etmiştir. Yine de Antik Yunan Medeniyeti’nde milattan öncesine dayanan iki farklı görüş mevcuttu. Empedokles (M.Ö. 490-430) zihinsel faaliyetlerin kaynağı olarak kalbi merkezi organ olarak görmekte iken filozof ve hekim – ilk anatomi araştırmacısı olarak da kabul edilir – Alkmaion  (M.Ö. 500) ise merkezi organ olarak beyni görmekteydi. Hipokrat ve Platon, Alkmaion’un ‘beyin hipotezi’ni savunurken Aristotales de (M.Ö. 384–322) zihinsel süreçlerin organı olarak kalbi görmüş ve beynin görevinin kanı soğutmak olduğunu ileri sürmüştür. Bergamalı Galen (M.S. 129-217) –bir dönem Roma’lı gladyatörlerin hekimi olarak çalışmış- beyin travmalarının oluşturduğu davranış değişikliklerini incelemiş ve ‘ruhun’ frontal lob içinde yerleştiğini savunmuştur. Bundan sonraki modern anatominin kurucusu olarak kabul edilen Vesalius’a (1514-1564) kadarki dönem boyunca bu bilgiler artık kullanılmamış ve beyne olan ilgi kaybolmuştur.

Vesalius yaptığı anatomi çalışmalarında pineal (epifiz)  bezin yapısı ile topoğrafyasını tanımlamış ve farklı zihinsel işlevlerin beyin ventriküllerinde dolaşan ‘ruhlar’ sayesinde olabileceği görüşüne karşı çıkmıştır. Beyni ruhun yerleştiği yer olarak değil de zekâ, hareket ve duyu organı olarak göstermiştir. Ancak yine de ‘doğal ruhun’ karaciğerde oluştuğu ve bunun kalpte ‘yaşamsal ruha’, beyinde de ‘hayvansal ruha’ dönüştüğü dönemin geleneksel inancını devam ettirmiştir. Descartes (1596-1650) ise ruh ve bedenin iki ayrı varlık olduğunu ileri sürerek beden-zihin ikilemini ortaya koymuş ve ruh ile bedenin etkileştiği yerin pineal bezi olduğunu iddia etmiştir.

Gall (1758-1828), beyin fonksiyonlarının lokalizasyonu fikrini ortaya atmış ve kişilik özelliklerini kafatasındaki belli çıkıntılara göre 25 bölgeye ayırmıştır. Frenoloji olarak adlandırılan bu teoride kafatası yapısının kişilik özelliklerini belirlediği öne sürülüyordu. Gall daha sonra bu kişilik özelliklerini ve ilgili bölge sayısını 35’e çıkarmıştır. Yapılan yeni çalışmalarla birlikte Gall’in teorisi gözden düşmüş ancak serebral lokalizasyon fikri önemini korumuştur.

Flourens (1794-1867), güvercingiller üzerinde yaptığı çalışmalar sonrasında beynin ana bölümlerinin büyük ölçüde farklı işlevlerden sorumlu olduğunu göstermiş fakat lokalizasyon fikrine karşı çıkmış ve bilişsel işlevlerin tüm kortekse yayıldığını savunmuştur. Çalışmalarını ilkel kortekslere sahip güvercingiller üzerinde yapmış olmasının bu sonucu doğurduğu  noktasında eleştirilmiştir.

Gall’in kafatasının şekline göre zihinsel fonksiyonları ilişkilendirme çabasına rağmen konuşma bozukluğu olan olgular üzerinde yaptığı postmortem çalışmalar sonucunda zihinsel fonksiyonlarla beyin dokularını ilişkilendiren Broca (1824-1880) olmuştur. “Broca” alanı olarak adlandırılan beyin bölgesiyle birlikte konuşmaya ilişkin laterilizasyonu gerçekleştirmiş ve sol hemisferin konuşmadaki rolünü ortaya koymuştur. Böylece korteksteki farklı bölgelerin farklı fonksiyonlardan sorumlu olduğu fikri ağırlık kazanmıştır.

Wernicke (1848-1904), Broca’dan birkaç yıl sonra konuşmayla ilişkili olarak ‘anlamadan’ sorumlu beyin bölgesini (Wernicke Alanı) keşfetmiş ve lisan gibi zihinsel fonksiyonların beynin farklı bölgelerinde çok sayıda alt bileşenlere sahip olduğunu göstermiştir. Böylece zihinsel fonksiyonların sanılandan daha da kompleks bir yapıda olduğu anlaşılmış oldu.

Karl Lashley (1890-1958), sıçanlar üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda Flourens gibi lokalizasyon fikrine karşı çıkmış ve beyin bölgesinin lezyon oluşan kısmındaki görevleri diğer bölgelerin üstlendiği fikrini savunmuştur. Lashley bu çalışmalarından yola çıkarak kütle etkinliği (tüm korteksin tüm işlevlerle ilişkili olması) ve eşpotansiyellilik (her bir kortikal bölgenin herhangi bir davranışın kontrolünü devralabilmesi) teorilerini ortaya koymuştur. Araştırmalarında sıçanları bir labirente koyuyor ve çıkış yolunu öğrenmelerini sağlıyordu. Daha sonra küçük miktarlarda başlayarak hayvanların kortekslerini çıkarıyordu. Hayvanlar çeşitli motor fonksiyon bozuklukları gösterseler de yine de labirentin çıkış yolunu bulabiliyorlardı. Bu çalışmaya yapılan itirazlar ise öğrenmenin gerçekleşmesinin öğrenmenin görsel, işitsel ve koku gibi değişik faktörleri de barındırdığı ve hayvanların bu ipuçları kullanarak yolu bulabileceği şeklindedir.

D. O. Hebb (1904-1985) öğrenme üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda uyaranların karmaşık bir nöron grubunu uyardığını öne sürmüş ve buna ‘hücre kümeleri’ adını vermiştir. Aynı zamanda birbiriyle ilişkili uyaranların oluşturduğu  nöron ağlarının da birbirleriyle bağlantılı olduklarını iddia etmiştir (ardışık safha/phase sequence). Bu teori geçerliliğini sürdürmekte ve yaygın olarak kabul görmektedir. Hebb günümüzde nöropsikoloji’nin babası olarak kabul edilmektedir.

 

Nöropsikoloji’nin Tanımı:

Davranışın nörolojik temellerini anlamaya yönelik çabalar nöropsikolojinin temelini oluşturmuştur. Kolb ve Whishaw’a (1996) göre beyin işlevleri ile davranış arasındaki ilişkiyi incelemek nöropsikoloji biliminin alanını oluşturmaktadır. Bu tanıma yapılan itirazlar, davranış ile beyin işlevleri arasındaki ilişkiyi inceleyen ancak nöropsikolojinin alanına girmeyen başka bilim dallarının da varolduğu yönündedir. Örneğin psikofarmakoloji de beyin işlevleriyle ilişkili olarak ilaçların davranış üzerindeki etkilerini inceler. Öyleyse nöropsikolojinin tanımını biraz daha özelleştirerek şöyle yapabiliriz: psikolojik süreçler ile beyin yapıları ve sistemleri arasındaki ilişkiyi inceleyen, beyin faaliyetlerinin gözlenebilir ve ölçülebilir davranışlardaki çıktısını anlamaya ve açıklamaya çalışan bir bilim dalıdır. Nöropsikoloji deneysel psikoloji, nöroloji ve psikiyatri arasında köprü işlevi gören yönüyle de multidisipliner bir alandır.

 

Nöropsikoloji Kavramı:

Nöropsikoloji terimi ilk olarak 20. yüzyılın başlarında Kanadalı doktor William Osler tarafından yazılan bir tıp kitabında kullanıldı. Onu takiben Kanadalı Psikolog Donald Olding Hebb tarafından 1949 yılında yayınlanan kitabı ‘The Organization of Behavior: A Neuropsychology Theory’ içinde bir alt başlık olarak yeraldı. Ancak her iki yazar da kullandıkları bu terimi kavramsal olarak açıklamaya yönelik herhangi bir girişimde bulunmadı. Ancak Hebb yine de beyin hasarlarının davranış üzerindeki etkileriyle birlikte algı ve öğrenme gibi psikolojik süreçler hakkında da teorik açıklamalar yaparak insan davranışını anlamaya yönelik multidisipliner bir yaklaşım geliştirmiş, nöropsikoloji ile psikoloji arasında bir köprü kurmuştur.

Hebb’in hocası olan Karl S. Lashley, davranışçılığın kurucusu olarak kabul gören John B. Watson’ın öğrencisiydi. Kendini bir fizyopsikolog olarak tanımlayan Lashley, ölümünden sonra 1960’da “The Neuropsychology of Lashley” başlığı altında yayınlanan yazılarında sıçan ve maymun çalışmalarından yola çıkarak hafıza, algı ve motor davranışları anlamaya yönelik çabalara girişmiştir. Lashley, Watson’ın aksine bilinç yaşantılarının fiziksel referanslarla gösterilebileceğine inanıyordu ve 1960’lı yıllarla birlikte gücünü kaybeden davranışçılık yerine zihinsel ve bilişsel işlevleri araştırmaya yönelik bir eğilim ortaya kondu. Hatta 1970’li yıllar ‘Biliş’in yeniden doğuşuyla birlikte en parlak yılları olarak ön plana çıktı.

1970’li yıllar ile birlikte ‘‘bilişsel süreçlere’ verilen önem artmaya başladı ve nörobiyolojik süreçler ile zihinsel süreçler arasında kurulan ilişkiler ile birlikte nöropsikoloji alanındaki araştırmalar da hız kazandı. 1974 yılında Meier yayınlanan makalesinde nöropsikolojiyi “beyin-davranış ilişkilerini araştıran bilim” olarak tanımladı. Kolb ve Whishaw’ın ‘Fundamentals of Human Neuropsychology’ (1980) ve Lezak’ın ‘Neuropsychological Assesment’ (1983) adlı kitaplarının ilk baskılarıyla birlikte de nöropsikolojinin parametreleri de ortaya çıkmaya başlamış oldu.

 

Nöropsikoloji’nin Alanları:

Nöropsikoloji temelde klinik ve deneysel olmak üzere iki dala ayrılır. Ancak bu iki dal arasına zaman içinde Kognitif Nöropsikoloji de dahil olmuştur. Ayrıca psikolog George Miller, klinik ve kognitif nöropsikoloji arasında ara bir disiplin olarak “kognitif nörobilim” adı altında yeni bir alan önermiştir.

Klinik nöropsikoloji ve deneysel nöropsikoloji arasındaki temel fark birinin anormal üzerinde çalışırken diğerinin normal üzerinde çalışmasıdır. Yine de bu alanların hiçbiri keskin bir biçimde birbirinden ayrılmış değildir ve tanımları üzerinde hala bazı farklılıklar vardır.

Klinik nöropsikolojide beyin hasarlarının ya da hastalıklarının psikolojik süreçler üzerindeki etkisi incelenirken deneysel nöropsikolojide beyin hasarı olmayan normal bireylerde çeşitli şartların psikolojik süreçler üzerindeki etkisi incelenir. Klinik nöropsikoloji öncelikli olarak nöropsikoloji bilgisinin klinikte uyarlandığı uygulamalı bir alandır. Başlıca kullandığı araçlar nöropsikolojik testler, test bataryaları ve rehabilitasyon çalışmalarıdır. Bu yönüyle de genellikle Klinik Psikoloji’nin bir alt alanı olarak kabul görür.

Kognitif nöropsikolojide ise psikolojik süreçlerdeki bozulma yine psikolojik düzeyde ve bilgi-işlem süreçlerindeki bozulmalar açısından değerlendirilir. Bu yönüyle kognitif nöropsikoloji, klinik ve deneysel nöropsikolojinin aksine beyne, anatomik ve fizyolojik temelli bir referansta bulunmak zorunda değildir. Kognitif nöropsikologlar, benzer lezyonların her zaman benzer bozukluklar meydana getirmediği düşüncesiyle grup istatistiklerinden yola çıkarak yapılan karşılaştırmalardan ve genellemelerden kaçınarak olgulara birey üzerinden bakmaktadır. Bu durum kognitif beyin anlayışının da bir uzantısıdır.

Nörolojide bir alt alan olarak ortaya çıkan Davranış Nörolojisi de benzer şekilde bireysel olgulara odaklanır ve operatif tanımlar yerine kavramsal düzeyde çalışır. Klinik nöropsikoloji ile davranışsal nöroloji arasındaki ayrım tam olarak belirgin olmamakla birlikte genellikle davranış nörolojisinde olguların daha geniş bir perspektifte ele alındığı ve klinik nöropsikolojininde ölçme ve rehabilitasyon öncelikli çalıştığı söylenebilir.

Kognitif nörobilim ise kognitif nöropsikolojinin alana sağladığı önemli katkıların yanında beyne herhangi bir atıfta bulunmaması ve grup istatistiklerini gözardı etmesi nedeniyle klinik ve kognitif nöropsikoloji arasındaki orta bir alan olarak önerilmiştir. Böylece kognitif süreçlerin herbiri için laboratuar çalışmalarından elde edilen verilerle birlikte genel elektro-kimyasal açıklamalar ortaya konmuş, elektro-kimyasal süreçlerin açıklanmasında ise kognitif içerikli kavramsal tanımlar oluşturulmuştur. Böylece her iki açıdan da karşılıklı olarak daha açıklayıcı modeller geliştirmek amaçlanmıştır. 1970’lerin sonlarında doğan kognitif nörobilimin asıl atılımı ise 1980’lerin ikinci yarısında olmuştur. İlk çalışmalar EEG (1920) ve CT/BT (1972) cihazları kullanılarak yapıldı. İlerleyen teknolojilerle birlikte TMS (1985), fMRI(1991) gibi yeni teknolojiler kognitif nörobilimin temel metodolojisini oluşturdu. Günümüzde artık PET/SPECT gibi üç boyutlu görüntü sağlayan teknolojiler de kullanılabilmektedir.

TABLO 1-  Klinik Nöropsikolojideki Tarihsel Yaklaşımlar
Kuzey AmerikaSistematik test grupları.
Avantajlarıİşlevleri kapsamlı bir şekilde içerir.Psikolojik yetenek modeline dayalıdır.Farklı testlerin sonuçlarını birleştiren skorların kullanımına izin verir.
DezavantajlarKullanımı hantaldır ve zaman kaybettiricidir.Anormalliklerden ziyade normal işlev modeline dayalıdır.Duyarsız olabilir.
RusyaDavranışsal nörolojiye dayalı tekli vaka yaklaşımı.
AvantajlarUygun değerlendirme araçları seçilir.Klinik becerinin uygulanması için geniş bir kapsam sunar.Anormal işlev modeline dayalıdır.
DezavantajlarStandart prosedürler veya normatif veriler çok az kullanılır.Büyük ölçüde klinik beceriye dayalıdır.Performansın kalitesinden ziyade seviyesindeki incelikli değişiklikleri ölçmesi zordur.
BritanyaStandart testlerin seçimi yoluyla bireysel vakaların araştırılması.
AvantajlarBireysel hastanın zorlukları üzerinde odaklanır.İstatistiksel psikometrik analizden yararlanabilir.Hastanın sakatlığına göre bir modelin geliştirilmesine imkan tanır.
DezavantajlarAraştırma parçalı ve sistematik olmayabilir.O anda mevcut olan testler üzerinde aşırı vurgu.Zayıf ve yetersiz test prosedürlerine fazla dayalı olma riski.

Kaynak: J. Graham Beaumont, Introduction to Neuropsychology, 2008, sayfa: 13

 

KAYNAKLAR:

– Bryan Kolb and Ian Q. Whishaw, Fundamentals of Human Neuropsychology, V. edition, 2003

– John Stirling, Introducing Neuropsychology, 2002.

– J. Graham Beaumont, Introduction to Neuropsychology, 2008.

– M.M. Mesulam, Davranışsal ve Kognitif Nörolojinin İlkeleri, II. edition, Çev. Ed. İ. Hakan Gürvit, 2004

– Oğuz Tanrıdağ, “Nörolojik Bilimlerde Beyin Anlayışı”,http://www.noropsikoloji.org

– Öget Öktem, Nöropsikoloji Uygulamaları, s:233-235; içinde: Beyin ve Nöropsikoloji, Ed. S. Karakaş, 2003.

– Todd Feinberg and Martha Farah, Behavioral Neurology and Neuropsychology, II edition, 2003.

– Robert L. Solso, M. Kimberly Maclin and Otto H. Maclin, Bilişsel Psikoloji, Çev. Ayşe Ayçiçeği Dinn, 2009

– Yılmaz Özakpınar, Bilişsel Psikoloji, Yayınlanmamış Ders Notları.

– http://www.wikipedia.org

Hakan YILMAZ